Qmark Danışmanlık A.Ş.
Qmark Danışmanlık

Kuşakları Anlamak ve Birlikte Anlam Yaratmak

Kuşakları Anlamak ve  Birlikte Anlam Yaratmak

 

Kuşaklar: Aynı Zamanda Yaşayan Farklı Dünyalar

Sabah 09:00. Ofisin mutfağında alışılageldik bir kahve sırası… Sırada bekleyen üç kişi var. Yaşları farklı, bakışları farklı, beden dilleri farklı… Elinde kupasıyla en önde duran, 60’larına yaklaşmış bir adam. Gözleri yere dönük, düşünceleri muhtemelen dünkü raporda takılı. Hemen arkasında 30’larında bir kadın, başı eğik ama bedeni dik; LinkedIn'de kaydırıyor parmağını, iş fırsatlarına ya da sektör haberlerine göz gezdiriyor belki. En geride, henüz gençliğinin erken duraklarında bir çalışan, kulaklığında bir podcast. İş dünyasını, öz farkındalığı ya da güncel bir konuyu dinliyor…Hepsi aynı kahve makinesine yönelmiş ama zihinsel evrenleri bambaşka galaksilerde bambaşka yörüngelerde.

Aynı binada çalışıyorlar, aynı mutfağı paylaşıyorlar, hatta aynı kupadan kahve içiyorlar… ama bir araya geldiklerinde aralarında görünmeyen bir duvar örülüyor. Bu duvar betondan değil, bilinçten yapılma… Yargılardan, alışkanlıklardan, geçmişin kayıtlarından… İşte dillere pelesenk olmuş kuşak meselesi tam da burada başlıyor: aynı anda var olup, farklı “hayat kodları”ndan gelen insanlar arasında görünmeyen sınırlar oluşuyor.

Bu yazı, o sınırların haritasını çıkarmak için değil, o görünmeyen duvarlara dokunmak için ve o duvarların içini duyguyla, anlayışla ve merakla doldurmak için yazıldı. O duvarlara merdiven kurmak, pencere açmak, hatta birlikte grafiti çizmek için…

 

Zamanda Yolculuk Eden Hafıza Katmanları

Kuşak demek sadece doğum yılı demek değil elbette. “Kuşak” dediğimizde aynı olaylara benzer yaşlarda tanık olmuş insanların “duygusal belleği” olarak duyuluyor alt metinde. Bir kuşağın kim olduğunu, hangi tarihlerde doğduğundan çok, hangi olayların ortasında büyüdüğü belirliyor. Her kuşak, doğduğu andan itibaren yalnızca anne babasının değil, dünyanın da çocuğu oluveriyor.

Baby Boomers için Ay’a ayak basmak ilerlemenin simgesiyken şimdilerde Z kuşağı için Mars’a bilet alabilmek neredeyse sıradanlaşmak üzere. X kuşağı için kütüphane, tek bir cümle için saatlerini harcadığı sessiz bir keşif alanıyken, Alfa kuşağı için bilgi saniyeler içinde ayağına gelen bir yapay zekâ cevabında gizli.

Tarih, yalnızca savaşları, fetihleri, krizleri, keşifleri ve değişen teknolojileri değil; kırılan hayalleri, bastırılmış korkuları, bağırda yanan tutkuları ve sessizce büyüyen umutları da kaydediyor.

Sessiz Kuşak, İkinci Dünya Savaşı’nın soğuk külleri arasında büyüdü. Güven, onlar için sadece bir duygu değil; hayatta kalmanın yolu, yeniden inşa etmenin etikasıydı. Sadakat, bir bağ değil, bir borçtu; gök kubbede yankılanan “Özgürlük Marş”larının gölgesinde sesleri ancak duyulur oluyordu. Düzen ise, kaostan arta kalan tek anlamlı mirastı onlar için…

Sonra sahneye, savaşın küllerinden doğan bir direniş ruhuyla büyüyen Baby Boomers ve onların çocukları olan X kuşağı çıktı. Baby Boomers için çalışmak, yalnızca bir geçim kaynağı değil; aidiyetin, sadakatin ve emeğin kutsal bir ifadesiydi. Hayat onlar için düz bir çizgi değildi; emekle kazanılan bir istikrar hayaliydi. Ardından gelen ve “anahtarlı çocuklar” olarak da adlandırılan X kuşağı için ise, annesiz-babasız geçen saatler kendi kararlarını kendilerinin almak zorunda kaldıkları bir zaman dilimi demekti. Bireysellik onlar için lüks değil, bir zorunluluktu; bir başkaldırı değil, yaşamla başa çıkmak için geliştirdikleri bir savunma refleksiydi.

Y kuşağı geldiğinde sahneye, dünya hızlanmıştı ama “yönünü” de kaybetmişti. Bu kuşak için hayatın doyumu, sadece kıdem, para, pozisyon, güç vb. gibi başarı çizelgeleriyle değil, anlamla ölçülüyordu. “Ne iş yaptığın değil, neden yaptığın önemli” diyordu iç sesleri. Simon Sinek’in 'Start With Why' çağrısı, onlar için bir pusula niteliğindeydi.

Z kuşağı ise büyük büyük atalarının “kaybettiği” sesi “kaydederek” büyüdüler. Story’ler, Reels’ler, Tweet’ler... Her biri bir “varlık” ilanıydı…Şimdi onlar için anlam; yalnızca içsel bir keşif değil, görünürlükle birleşen bir yansıma… Takipçi sayısı kadar varlıklarını hissediyor, sessizlikleri kadar yokluk kaygıları ile sınanıyorlar. Anlamın yankısı, günümüz algoritmalarının insafında şekillenirken, “Ben buradayım ve varım” demek, dijital bir “özgünlük marşı” na dönüşüyor…

Bu “özgünlük marşlarının” tınılarının ezeli ve ebedi olmayan bu zamanın heybesine kokusu sinen “özgürlük marşların”dan miras alındığını da hatırlamak gerekiyor… Asıl mesele olayları bilmek değil yaşananların ruhunu okuyabilmek, o ruhun üzerimize sinen kokusunu duyabilmek… Her kuşak, kendi zamanının acılarını, mucizelerini ve çığlıklarını taşıyor toprak olarak bir öncekinden aldığı mirasın bahçesine ve yeni tohumlar ekliyor o toprağın üzerine…

Çağlar boyu gelişen olaylar ve yaşananlar yalnızca zamanın gündemi belirlemekle kalmıyor, bireyin güven anlayışını, aidiyet hissini, risk algısını ve umut biçimini de şekillendiriyor. Bir kuşak için “ev almak güvenlik”, diğeri için “dünyayı gezmek özgürlük” anlamına geliyor. Biri “emeklilik” derken huzuru, diğeri “girişimcilik” derken anlamı kastediyor. Bir kuşağı yargılamadan önce onun hangi dünyada şekillendiğini bilmek gerekiyor. Kuşaklar, dünyaya sadece başka kelimelerle değil, başka duygularla da bakıyor.

 

Sözcükler Aynı Olsa da Sözler Farklı; Gerçekten Duyabiliyor Musun?

Her kuşak, zamanın elleriyle şekillenmiş birer heykel gibi… Ama mermerin içindeki asıl insanı görebilmek için, yontmaktan çok hissetmek gerekiyor.

Örneğin “Bir fikrim var”… dediğinde hepsi ayrı ayrı; aynı sözcüklere farklı manaları sığdırıyor:

Baby Boomer kuşağının gözleri hemen yöneticisine kayıyor. Bir fikri ortaya koymadan önce, kurumsal piramidin tepesinden onay bekliyor. Onlar için fikir, hiyerarşinin kutsal kapısından geçmeden doğmuyor.

X kuşağı fikrini içten içe tartıyor. Sözle değil, veriyle, ihtiyatla, stratejiyle… Fikir, onlar için riskle gelen bir misafir... Sessiz bir düşünce biçimi; belki bir PowerPoint slaytının dipnotunda, belki de bir toplantıdan sonra söylenen bir cümlede gizli...

Y kuşağı ise "Harika bir şey düşündüm!" der gibi parlıyor fikri gelince. Onlar için fikir, sadece içerik değil; bir ilişki aracı, bir ilişkinin doğal nefesi... Düşünce, paylaşılınca büyüyor; paylaşıldığında ait olunuyor.

Z kuşağında ise fikir, çoktan evrensel yayına girmiş oluyor. Story’lerde, Tweet’lerde, bir dijital yorumda… Fikir, bir vitrin onlar için artık… Kimlik kadar şeffaf, bir o kadar da anlık. Onlar için "Ben bir şey biliyorum" demek, “Ben buradayım” demenin başka bir yolu oluveriyor…

Bu farklar yalnızca iletişim biçimi değil; bir varoluş tarzı…Görmeyi seçmekle başlıyor tüm yolculuk…

 

Birleştiricilik Meziyeti; Zamanı Birlikte Taşımak

Aristo’ya göre insan, “zoon politikon” yani toplumsal bir varlık. Ancak toplumsallık yalnızca birlikte olmakla değil, birlikte hissetmekle mümkün oluyor. Aynı masada oturmak ve aynı hedefe koşmak, aynı duygudan geçmiyorsa; orada bağ değil, sadece “protokol” konuşuyor.

Kuşaklar arasındaki çatışmalar farklı zamanlarda doğmuş olmanın değil; farklı zamanları içselleştirmiş olmanın yankısı. Bir kuşağın 'şimdi'si, bir diğerinin 'geçmiş' ya da 'gelecek' tahayyülüne denk düşüyor. Zamanın aynı saniyesinde bulunuruz ama onunla kurduğumuz ilişki, deneyimlerimizin, travmalarımızın, umutlarımızın bir bileşimi. Bu nedenle bir kuşağın sessizliği, diğerinin aceleciliğiyle çatışabiliyor; biri düzeni savunurken, diğeri devrimi arzulayabiliyor. Bu çatışmalar, zaman duygusunun senkronize olamayışının çığlıkları esasen ve her çığlık, duyulmayı bekleyen bir hikâyenin varlığını gösteriyor. İşte bu yüzden; birleştiricilik meziyeti yalnızca kendi kuşağını anlamakla değil, diğer kuşaklara da anlam alanı açabilmekle ortaya çıkıyor.

 

Kurumdakilerin Kültürü: Duyguların ve Değerlerin Ortak Ezgisi

Bir kurumun kültürü, el kitaplarında yazılı normlardan çok, bu normların gün doğumundan gün batımına dek nasıl yaşandığını gösteriyor. Kültür, kahve makinesi önünde sessizce bekleyen bir çalışanın söylemediği bir cümlede ya da toplantı sırasında ifade edilemeyen bir fikrin çırpınışında kendini gösteriyor.

Kuşaklar arasında uyumu yakalayamayan bir kurum kültürü, tıpkı aynı şarkıyı farklı notalardan çalmaya çalışan bir orkestra gibi davranıyor: ses çıkıyor, ama anlam oluşmuyor; ritim var oluyor, ama ruh eksik kalıyor. Müzik gürültüye dönüşüyor; iş birliği, yalnızca görev paylaşımıyla sınırlı kalıyor. Oysa bir kurumun gerçek sesi, sadece “ne yapıyoruz” sorusunda değil, “neden birlikteyiz” sorusuna verilen içten yanıtta saklanıyor.

Eğer bir kurum, yalnızca performansa değil; aynı zamanda anlamın paylaşıldığı duygusal bir zemin yaratmaya odaklanıyorsa, kuşaklar arasındaki potansiyel; bir çarpışmaya değil, bir senteze dönüşüyor. Baby Boomer’ın deneyimi, Z kuşağının yürünecek yollarını aydınlatıyor. Y kuşağının tutkusu, X’in sezgileriyle birlikte yön buluyor. Ortak değerler, kişisel motivasyonlarla birleşince organizasyonel anlam adım adım örülüyor.

Organizasyonel Psikoloji’de Edgar Schein, kültürü üç katmanda açıklıyor: semboller, değerler ve varsayımlar. Bir kurumun görünür ifadesi logolarıyla, duvar posterleriyle beyinlere kazınıyor elbet öte yandan gerçek kültür, kuşakların hangi değerleri görünür kıldığıyla, hangi sessizliklerin içinde neyi varsaydığıyla şekilleniyor. Bu nedenle kurum kültürü, yalnızca yönetilmesi gereken bir yapı olmaktan çıkıp, hassasiyetle yol arkadaşlığı kurulan bir “duygusal mimari” halini alıyor ve kendini “kurumdakilerin kültürü” olarak güncelliyor.

 

Şimdi Ne Yapmalı?

Bir kuşağı değiştirmeye çalışmak yerine, onu anlamaya çalışmak; iletişimin en soylu biçimini oluşturuyor.

Her sabah aynı kahve sırasına giriyorsak, aynı binada geleceğe doğru yürüyor, aynı duvarlara dokunuyorsak; neden farklı zamanların insanlarını yalnızca anlamaya çalışmakla kalmayıp, birlikte yepyeni bir zaman da yaratmıyoruz? Çünkü sonunda esas mesele, bu dünyada kaç dil bildiğimiz değil; kaç farklı bilinç düzeyine ne kadar içten bir merakla yaklaştığımız oluyor.

Belki de şu sorularla başlayabiliriz bu merakı derinleştirmeye:

Bugün birlikte çalıştığım bir kuşağın değerini gerçekten biliyor muyum?

Onlara hangi sözcüklerle, hangi zaman yargısıyla, hangi bakışla yaklaşıyorum?

Dinliyor muyum, yoksa sadece konuşma sırasının bana gelmesini mi bekliyorum?

Bazen bir kahve sırasındaki küçük bir soru, yıllardır iki kuşak arasına sessizce örülmüş devasa bir duvarı yıkabiliyor. Bugünün dünyasında en büyük lüks, gerçekten dinleyen birini bulmak ve bir insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey, gerçekten duyulmak ve derinlemesine anlaşılmak aslında.

Kuşak farklarını yönetmenin ilk adımı, meraklı ve yargısız sorular sormaktan; içtenlikle, sabırla ve anlamaya gönüllü olarak dinlemekten geçiyor. Soru bir pusulaya dönüşüyor, dinlemekse o pusulanın haritasını oluşturuyor. Bu ikisi bir araya geldiğinde, kuşaklar arasındaki farklar çatışmaya değil; anlamlı bir çeşitliliğe, kolektif bir derinliğe yol açıyor.

Birlikte çalışmak, yalnızca aynı frekansı bulmak değil; aynı sessizliği duyabilmek, aynı yükü omuzlayabilmek demek.

Hepimiz, farklı çağların göğünde büyüyoruz belki… Ama şimdi, aynı yarının toprağında birbirimize tutunarak kök salmakla yükümlüyüz ve o yarına, yalnızca birbirimizin dilinden anlayarak ulaşabileceğiz.

 

Kuşakları Anlamak ve  Birlikte Anlam Yaratmak

Kuşakları Anlamak ve Birlikte Anlam Yaratmak

Sabah 09:00. Ofisin mutfağında alışılageldik bir kahve sırası… Sırada bekleyen üç kişi var. Yaşları farklı, bakışları farklı, beden dilleri farklı… Elinde kupasıyla en önde duran, 60’larına yaklaşmış bir adam. Gözleri yere dönük, düşünceleri muhtemelen dünkü raporda takılı

SEYRÜSÜLÛK

SEYRÜSÜLÛK

Dilimize Arapçadan geçmiş olan "mürşid" kelimesi ise "irşad" sözcüğünden türetilmiş. İrşad; doğru yolu göstermek ya da rehberlik etmek anlamına çıkıyor. İşte tasavvufta o doğru yolu tanımlamak adına "seyrüsülük" tanımlaması kullanılıyor. Mü,,rit ise kendisine doğru bir şekilde rehberlik edilen ve böylelikle "doğru yolda ilerleyen kişi" olarak karşımıza çıkıyor.

Adalet mi, Sadakat mi? Kuşaklar Arası Görünmeyen Çatışma

Adalet mi, Sadakat mi? Kuşaklar Arası Görünmeyen Çatışma

Çok samimi ve bir o kadar kırgın bir ifade ile ağzından dökülüverdi kelimeler: Ama benim değerlerime saldırdı. Benim için bu çok önemli ve bunun yapılmamasını ben bir saldırı olarak alıyorum, açıkçası da öfkeleniyorum diye tamamladı cümlelerini X kuşağı yönetici.

KAZANAN & KAZANAMAYAN TAKIMLAR ve KOÇLAR

KAZANAN & KAZANAMAYAN TAKIMLAR ve KOÇLAR

Çok sevdiğim yeğenimin voleybol turnuvasındaki maçını seyretmeye gitmiştim. Teknik bir sorun sebebi ile maçların saatleri sarkınca 6 saat boyunca farklı takımları izleme imkanım oldu. 10-12 yaş arası kız çocuklarının voleybol oynama tutkusu, gösterdikleri çaba ve sahaya yansıyan heyecanlarına tanık olmak paha biçilemez bir deneyim oldu.

Sunumdaki Cesaret

Sunumdaki Cesaret

Lise yıllarım… Sınıfta öğretmenimiz büyük bir dikkatle ders anlatıyor, biz de pür dikkat dinleyip not alıyoruz. Derken kapı çalıyor. Gelen öğretmen (genellikle Türkçe öğretmenlerimizden biri), kibar bir şekilde, “Hocam, dersinizi bölüyorum, kusura bakmayın. Ama aşağıya 29 Ekim provaları için Nil’i rica edebilir miyiz?” diye soruyor. Ben, büyük bir keyifle ve prova aşkıyla Türkçe öğretmenime eşlik ediyorum. Sunum için salonda kürsünün arkasındayım. Elimde mikrofon. Öğretmenlerimin beğenisi ve destekleyici tavırları beni o kadar mutlu ediyor ki! İçimden hep aynı ses yankılanıyor: “Ne zevkli bir şey bu!”